Düzenli Şiddet İçin Futbol

"Sarı, mavi, yeşil, meşil farketmez,
Yürüyoruz aynı yolda biz,
Futbol kavgadır, futbol holiganlıktır,
Futbol adam bıçaklamaktır.”
Anonim taraftar tezahüratı


“Öldürmeyeceksin!” der, On Emir’in beşincisi [1]. Musa bakıyor şimdi çobanı olduğu sürüye, gözleri yaşlı...

İrade önem kazandıkça daha bir çıkıyor insanın zayıflığı ortaya ve durduramıyoruz kendimizi “o an”ın - konjonktürün- kârına giden yolda...

Kapitalizm yükseldikçe artıyor insanın yalnızlığı ve çırılçıplak çıkıyor ortaya ego; kendisi maruz kaldığı her şeyin bileşkesi...

İnsancık -kimisine göre kul- tekrar ettiği / maruz kaldığı şeylerin önce kölesi sonra kendisi oluveriyor, farkına varmadan.

Hem bir şeyin parçası hem de “kendi” olmak imkansızlaşıyor.  Ve önce kendinden vazgeçiyor insan.
..........................

Ne acıdır; konu şiddet olunca yazacak o kadar çok şey var ki. Özellikle bu topraklarda. Sözel şiddet, görsel şiddet, fiziksel şiddet, psikolojik şiddet. Ve bunlardan herhangi birini uygulamamış birisine rastlamak imkansız. Diğer yandan, hepsine birden maruz kalmamış bir kimse de hemen hiç yok.
Ananevi Anadolu hoşgörüsünün sembolü Mevlana’nın tarihçesinde bile Şemsi Tebrizi’nin katli var. Aslında çıksa ya bir yiğit, yazsa Türkler’in linç tarihçesini...
.................................

Kızgın değil üzgünüm. Oysa kızmak, öfkelenmek, hiddetlenmek için ne çok sebep var. Nereye baksak mutlaka bir haksızlık, beceriksizlik, kaypaklık görüyoruz. Peki nerede, nasıl ve niçin atıyor kofra da öfke şiddete dönüşüyor? Yoksa bunca elektrik akımını taşıyamıyor mu bu sigorta? Yoksa, yoksa tamamen yanlış bir tesisat sonucu mu tüm bu patlamalar? Bu tesisatı kim döşedi? Anamız, babamız, ailemiz, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, askerdeki başçavuş, işyerindeki çalışanlar, medya, rol modellerimiz, mahallenin imamı...
Aslında o kadar açık ki. Hayatı boyunca gücün her şey olduğu, iktidara giden yolun güçten geçtiği ve gücü elde ederken veya elde ettikten sonra şiddet uygulamanın normalleştiği ezberletilen insanın kızgınlığını kontrol etmesini beklemek safdilliktir.
Daha ilk çağlarda bile kontrol edilemeyen şiddet, mecralar genişledikçe her alanda kendine yer bulmaya başladı. Aile kurumu aile içi şiddeti, inanç sistemleri dini şiddeti, şehirleşme ve devletleşme mülkiyet amaçlı şiddeti doğurdu. Tabii bu örnekler çoğaltılabilir, yaygınlaştırılabilir. Ezilenin veya daha fazlasını isteyenin, ezene ve elde edene gıpta ettiği ve onların yaptıklarını meşrulaştırdığı bir durumla karşı karşıyayız.
Günümüzde hakaretin, cinsel tacizin, darpın, dayağın, savaşın, toplumsal linçin, psikolojik baskının, tehdidin, korkunun ve sairenin gündelikleştiği bir yaşam sürdürüyoruz. İşin ilginç yanı, bunları nakleden medya aldığı reytingle doğru orantılı olarak bunu beslemeye teşne bir kimliğe bürünüyor. Bizim bilmediğimiz, görmediğimiz ve hatta hayal bile edemediğimiz her türlü şiddeti evimizin içine taşıyor; onları hayatımızın bir parçası haline getiriyor.
Gözümün önüne Bikem Ekberzade’nin Yasadışı[2] adlı kitabındaki bir resim geliyor. Sadece yaşayabilmek için bir ülkeden bir umuda kaçan bir annenin çocuğunun gözlerindeki korku… Acaba –eğer büyüyebilirse- bu şiddet mağduru bir şiddet faili olmamayı başarabilecek mi? Yoksa yaşamını elinden alan veya onun, kendi durumundan sorumlu olduğunu düşündüğü kişi, kurum, ırk, her neyse on(lar)dan hıncını yine onların yöntemiyle mi alacak?
Herkesin (burada herkes derken dünya nüfusunun en az %85’inden bahsediyorum) mağdur olduğu bir dünyada, yine herkesin fail olması da hemen hemen kaçınılmaz.
…..............................

Sulhi Garan’ın ilk kez “ibne hakem” tezahüratıyla karşılaştığı 40’lı yıllardan bu yana futbol arenasında günbegün artan bir şiddet sahneliyoruz milletçe, Misak-ı Milli sınırlarının içinde ve hatta dışında. Tuttuğumuz takımın kimliğimizin bir parçası olmasıyla, aidiyetin bir statü sembolü olmasıyla, gücün bu alanda da her şeyleşmesiyle ve özellikle 80 sonrası dışa açılmanın getirdiği imrenme oranın artmasıyla birlikte şiddet boyut atladı ve sanırım ilerlemeye de devam edecek.
Şiddetin futbolu keşfetmesi yeni değil ama bunun bir rutin haline gelmesi son 30 yılda belirginleşti. Futbol dışında başka hiçbir alan yoktur ki, her hafta, dünyanın her yerinde, dil, din, ırk ayrımı olmadan ve üstelik ulusal ve uluslararası kurumlar tarafından desteklenerek sahne alsın. Bu sahne eşzamanlı olarak şiddetin (en masumu sözel ve psikolojik şiddet) en yaygın ve düzenli uygulandığı sahnedir. Şiddetşinas toplulukların kabul günü haline gelmiştir maç günleri. Ötekinin katli vacip olduğu bir hale doğru giden futbol taraftarlığı müessesesi, en zayıf olduğumuz tahammül duygusuna hiç prim tanımaz.
Her ne kadar ticarileşmesiyle doğru orantılı artan şiddeti barındırsa da, futbol ile şiddet eskiden beri kolkola dolaşmaktaydı; üstelik bir kazanç hedefi gütmeden… İşte iki örnek:
Sivas ve Kayseri arasındaki adeta şehirler savaşı haline dönüşen olaylar 17 Eylül 1967’de Kayseri’de oynanan ve 43 kişinin öldüğü bir futbol maçında vuku bulmuştu. (İki takım daha sonra 23 yıl boyunca karşı karşıya getirilmedi.) [3]
İstanbul ikinci amatör kümesinden düşmesi kesinleşmiş Altınay ile iddiası olmayan Kartal’ın 1987’deki maçında tekme tokat gösterisi yan hakemin kırmızı kart gören futbolcunun kafasında korner direği kırmasıyla doruğa ulaşmıştı. [4]
Burada 2007’de bir polisin vurulduğu Palermo – Catania maçına, geçen yıl maça giderken öldürülen Lazio taraftarına, 39 kişinin öldüğü Heysel faciasına, 1989’da Sheffield’deki Hillsbrough Stadı’nda, taraftarların bariyeri kırmasıyla ölen 95 kişiye, Dünya Kupası sonrası öldürülen Kolombiya’lı futbolcuya, 2000 yılında Taksim'de öldürülen iki Leeds taraftarına, Barcelona’lı Eto’o’nun Zaragoza maçında ırkçı tezahüratlar yüzünden maçı yarıda bırakıp sahayı terk etmek istemesine, 21 Kasım 2004’te Beşiktaş taraftarı Cihat Aktaş’ın bıçaklanarak öldürülmesine, 2003-2004 sezonunda İzmir’de Karşıyaka-Göztepe maçında çıkan kavgada 22 yaşındaki Murat Kongu’nun hayatını kaybetmesine falan hiç değinmiyorum.
Kulüp, devlet ve camia üçgeninde beslenen ilişkilerin futbolun ana teması haline gelmesi daha da eskiye, ta 2. Meşrutiyet dönemine rastlamakta ve Can Kozanoğlu’nun Bu Maçı Alıcaz[5] adlı kitabında belirttiği üzere olay “Talat Paşa, deplasmana tren kaldır” noktasına varmıştı. Yani gücün futbolu kullanma öyküsü 100 yıldan fazlaya dayanmakta. Futbolun, gücün bir kanalı ve maşası olması biraz zaman aldı. Ama öte yandan, bugün, gücün en önemli göstergelerinden biri olduğu kuşkusuz. Şu anda liglerimizde (onursal veya değil) belediye başkanlarının yönettiği takım sayısına baktığımızda veya politikacıların seçim kampanyalarına futbolu nasıl kattığı incelendiğinde zaten bu ilişki apaçık görülmekte.
Artık kimliğini açıklarken isminin, medeni halinin, işinin yanı sıra tuttuğu takımı söylüyor insanlar. Şampiyon veya kazanan takımın taraftarı olmak erkin bir parçası olma hissini beraberinde getiriyor. Hiçbiri olmadı, işyerinde, okulda, kahvede “prestij” kazandırıyor, başkalarını aşağılama hakkı veriyor. Bu güce erişmenin önüne çıkan her engel de ötekileşiyor. Bu engel hakem, karşı takım taraftarı, rakip kulübün yöneticileri veya tüm bunları dövmemize izin vermeyen polis şeklinde vücut buluyor. Kısacası “bizden” olmayan herkes “başkası” oluyor. Hayata sadece bencileyin bakma ezberi bozulmadan bunun pek değişeceği de yok. Hiddet ve şiddetin zengin kafiye oluşturduğu dilimizde saygı, vicdan, merhamet zamanla sözlükten çıkarılma tehlikesiyle başbaşa.
Aslında ortada ayrı bir “futbol şiddeti” yok. Yaygınlaştıkça, önemsendikçe, araçlıktan çıkıp amaç oldukça erkin bir parçası haline geldi bu oyun. Dünyanın sadece kazananı alkışladığı bir dönemde de bunun en vahşi platformuna dönüştü. Kaçınılmaz bir şekilde kendi hiyerarşisini, ekonomisini ve ilişki ağını yarattı. Adalet aramanın haksızlıktan pay alma çabasına dönüştüğü, halihazırda 3 milyon şiddet öğeli davanın görüldüğü ve kazandıkça arsızlaşan, kaybettikçe sinirlenen bir kitlenin kapladığı bir coğrafyada çözümü futbol içinde aramak ise sadece kendini kandırmaktır.
..........................

Futbolun hem erkin bir parçası hem bir oyun olması her geçen gün imkansızlaşıyor. Ve önce oyun olmaktan vazgeçiyor futbol.



(BU YAZI 26 OCAK 2009 TARİHİNDE YAZILMIŞTIR)



[1] Bu ibare Tevrat’ın 5 bölümünden ikincisi olan Çıkış veya Mısır'dan Çıkış’ta yer almaktadır. Yahudi halkının Musa önderliğinde Mısır'dan çıkışını ve yıllarca Sina çölünde yolunu kaybedişini, on emrin indirilişini, temel yasaların kabulünü anlatır. Farklı kaynaklarda altıncı emir olarak da geçebilir.
[2] Yasadışı, S. 12, Bikem Ekberzade, Plan B Yayınları, İstanbul, 2006.
[3] Hayatım Futbol Dergisi, Mart 2007 sayısı.
[4] Bu Maçı Alıcaz, Can Kozanoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996.
[5] Bu Maçı Alıcaz, Can Kozanoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

GODOŞU BEKLERKEN

ÖZLEMEK

Muallakta Kalan Tıp Terimleri Sözlüğü (Açıklamalı)