ÖZLEMEK

 

Kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin çaresi, umutsuzların umudu, gönüllerin şampiyonu, fakirlerin babası, öksüzlerin süt anası, mazlumların adalet savaşçısı, dertlilerin dermanı, Türk edebiyatının yeni soluğu, kaybedenlerin kurtarıcısı, kuru fasulyenin pilavı, çayın demi, kahvenin telvesi, kahrolanların kahramanı, üzülenlerin tesellisi, düşenlerin kaldıranı, yalnızların dostu, hakkı yenenlerin sesi, sanatçıların ilhamı falan olamayacağımı anladığımda çok geç kalmıştım artık. Hepsi, olmadı bazısı olabileceğimi düşünerek geçti zaman. Yaşlandım. Yaşlandıkça daha çok özlediğimi fark ettim… Durduk yerde bir şeyleri, birilerini özlüyorum. Çoğunlukla geri gelmesi imkânsız şeyleri… Gençliğimi, ölenleri, birtakım şeylere şaşırmayı, eski İstanbul’u, eski Bodrum’u, radyoda Çocuk Saati’ni veya Stüdyo FM programını, cahilce kendimden emin olmayı, içimden taşan enerjiyi, önümde şekillendireceğim uzunca bir sürenin olmasını, vesaire, vesaire…

Belki de zamanım azaldıkça acele ediyorum. Oysa istediğim kadar hızlı davranacak ne enerjim ne de mecalim var. Tam aksine, daha tedbirliyim. Daha bilge miyim, sanmıyorum ama daha korkak olduğum kesin. Kendimin daha genç haliyle yüzleşirken zihnimin bana oyunlar oynadığını biliyorum. O hayat dolu, heyecanlı çocuğa kıyak geçerken, hiç olmadığım bir kimliğe öykünüyorum bazen. Onu yücelttikçe, bugünkü beni daha da aşağı çekiyorum. Belki de o adam, zannettiğim kadar başarılı, yaratıcı, cesur, başına buyruk falan değildi. Bu yanılgılar, bu zannetmeler bugünkü kendimin hatıralarında gerçekmiş gibi duruyor. Yanılgıların başında ne çok eğlendiğim ne çok huzur bulduğum ne çok sevdiğim ve bunlar gibi bir sürü “ne çok” geliyor. Halbuki, bazıları zaman içinde eşit derecede yaşansa da artık “ne çok” duygusu “sıradan”a veya “vasat”a karşılık geliyor. İlk coşkuludur, sonrası tekrara girer ve insan kendini tekrarlar; bu kaçınılmazdır.

Özlenen her neyse, onun için zaman durur. Hep genç kalır o özlem. Bir bakış, bir gülüş, o ilk andaki gibi… Donuklaşmaz, sünmez, tavsamaz, kanıksanmaz, kirlenmez; her dem taze.

Beraber yaşlandıklarımız için bile geçerli aynısı. Bir dostun beni kahkahalara boğan bir şakası yıllar sonra bile capcanlı. O dostumun kırk yıl sonraki haline bakıyorum, bu adam o adam mı diye. Süzüyorum onu. Bu adam aynı adam değil. Peki aynı adam olarak kalsa onu şu an sevdiğim kadar sever miydim? Bilmiyorum, sanmıyorum.

Özleyen insan umut eder. Bedeni olmasa da ruhu genç kalır o konuda. Vuslatla beraber zaman yeniden akmaya ve insan yaşlanmaya başlar. Büyü bozulur gerçek olur.

Gövdemiz ve ruhumuz kalınlaştıkça daha az yeni şeylerle karşılaşır olmamız tesadüf değil. Öte yandan, aslında bizi o zamandaki kadar şaşırtabilecek, heyecanlandırabilecek daha fazla şey var bugün. Üstüne üstlük bu şeylere daha yakınız.

Saygıyla, gülümseyerek özlemek varken, öykünmek hem nafile hem acı verici. Bundan sonrasında özleyeceğimiz şeyleri yaratacak bugünümüz var.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

GODOŞU BEKLERKEN

Muallakta Kalan Tıp Terimleri Sözlüğü (Açıklamalı)