ALTINCI
Kafamda bir delik var; kurşun deliği. İyiye işaret değil. Mevcutlarla beraber altı tane oldular.
Beni
karım mı vurdu, sevgilisi mi tam göremedim. Eve geldiğimde kavga ediyorlardı.
Adamın yüzünü tam seçemedim. Aralarında paylaşamadıkları bir silah vardı ve
patladı. Yere düşerken görebildiğim kadarıyla karım çıplak. Yanındaki herifin
üzerinde beyaz bir atlet var, o kadar. Küçük bir poposu var.
Şu
anda yerdeyim ve karımın patlak kırmızı ojeli ayakları koşarak önümden geçti.Avazı
çıktığı kadar bağırıyor. Adama, “Ne yaptın sen?” diyor. Saydığım kadarıyla bu
soruyu onuncu defa sordu. Adam karımın histerik koşuşturma ve bağırmaları
arasında yerden aldığı pantalonunu giymeye çalışıyor. Birden dengesini yitirip
yere düştü, İşte o an, sadece kısa bir an göz göze geldik. Oktay! Benim ortağın
eşcinsel oğlu! En azından şu ana kadar ben öyle biliyordum. Bu piç meğerse…
Ulan okulunun parasını bile ben şirketten ödüyorum!... Karımın başkalarıyla
birlikte olduğunu biliyordum ama bu büyük darbe oldu. Keşke boşanma işini
savsaklamasaydım. İşlerden zaman kalmıyor bir türlü. Şöyle bir rahatlasam da
salim kafayla bir avukatla görüşsem diye diye öteledim. İşler yoluna bir türlü
girmedi. Yani, girdi de yeni projeler başladı. Hadi şu bitsin, hadi şu ihaleye
de girelim derken, sabah oldu erken. Sonuç? Şu anda evimin girişinde yerde
yatıyorum ve ölmeyi bekliyorum. Ölürken bile sabırlı olmak zorundayım. Karımın
hezeyanları bitecek de bir ambulans çağıracak. Bir ihtimal kurtarırlar.
En
azından acı çekmiyorum. Daha doğrusu hiçbir şey hissetmiyorum. Zaten düştüm de
sayılmaz, yığıldım yere. Demin kolumu kaldırmayı denedim, olmadı. Ses
çıkaramıyorum. Sanırım felç geçiriyorum. Bir tek sağ elimin parmaklarını
oynatabiliyorum. Kafamdaki delikten kan akıyor ama öyle oluk oluk falan değil.
Yalnız içimde sanki kara bir duman kütlesi var; her an gaz çıkaracak gibiyim.
Bir de ağzımın içinde acı ekşi bir tat. Bu kadar. Ölmek üzere olduğumu
bilmesem, şikayet edecek fazla bir şey yok.
Artık
Oktay’ın çoraplarını bile giydiğini biliyorum. Karımın ayakları hala çıplak ve
hızla bir ileri bir geri yürüyor.
- - Allah
belanı versin, Oktay!!! Allah bin türlü belanı versin!!
- - Abla
ben ne yaptım ki? Silahı elinde görünce bir anda panikledim.
Abla
mı?
- - Sıçtırtma
ablana! Giyin çabuk!... Ambulans çağır!!!... Dur, çağırma!
- - Abla,
ben giyiniğim zaten ama sen…
Ayak
patırtılarından anladığım kadarıyla karım yukarı kata çıkıyor. Çıplak olduğunu
yeni fark etmiş olacak. Yukarı çıkarken talimatlarını sıralamaya devam ediyor.
- - Ben
gelene kadar kimseyi arama! Bir şeyler düşün! Ortalığı topla! Sakın bir şey
yapma! Silahı sil! Sakın kimseyi arama! Duydun mu dediğimi?
- - Duydum!
Oktay
ürkek adımlarla yanıma yaklaşıyor.
- - Ender
abi… Ender abi?... Ender abi!
Ne
var lan? Ne var, amına koduğumun yılanı? Ne var? Konuşamıyorum işte. Nankörlük
yaptığın, karımı düdüklediğin ve beni vurduğun yetmedi mi? Bari ölürken rahat
bırak.
- - Abi,
beni duyuyorsan şunu bilmeni isterim. Benim konuyla hiç alakam yok. Tam tersi,
seni korumaya çalıştım. Sen de görmüş olmalısın… Anam avradım olsun öyle.
Zaten
anan yaşındaki kadın avradın olmuş, Oktay’cığım. Karımı tanıyorsam, seni polise
öyle bir satacak ki en az on beş yıl içerdesin.
- - Ben
seni ikinci bir baba gibi bilirim. Tamam, evi kullanmam ayıp oldu biraz ama
Beyhan’ın ailesi iki aylığına gelince takılacak mekan bulamadık.
Sırayla
sorayım: Sen baba bildiklerinin karılarıyla mı yatıyorsun? Beyhan kim? Yoksa
siz üçlü…? Peki Beyhan nerde şimdi? Ayrıca bana ne Beyhan’dan? Son anlarımı
sizin cinsel fantezilerinizi düşünerek mi geçireceğim?
- - Sen
ne yapıyorsun orda?
Celladın
geldi Oktay!
- - Öldü
mü diye bakmıştım.
- - Senin
ölülerle fısır fısır konuşma alışkanlığın mı var? Hem adamı vur hem de günah
çıkar, ne ala!
- - Ablaaa…
- - Ablanı
sikeyim sana bir şey olmasın.
- - Ayıp
oluyor ama!
- - Ulan,
kocamı vurdun! Ne ayıbı?
- - Yeter
ama!! Ben vurmadım1 Silah senin elindeydi. Ben elinden almaya çalıştım. Tetiğe
sen bastın.
- - Nerden
belli benim bastığım?
- - Parmak
izinden.
- - Sen
silahı silmedin mi?
Çok
kısa bir sessizlikten sonra üç beş metre ötede yerde duran silaha doğru bir
yarış başlıyor. Oktay’ın eli tam uzanacakken görüntüye karımın ayağı giriyor. O
ayakla silaha tekme atıyor. Silah merdivenlerin oraya doğru savruluyor. Oktay
karımın ayak bileğini kavrayıp kendine doğru çekiyor. Karım yerde. Altına plili
tenis eteğini giymiş. Donunun rengi beyaz. Açıkta kalan ayağıyla Oktay’ın
yüzüne sağlam bir tekme savuruyor. Çıkan sesten anladığım kadarıyla Oktay’ın
burnu kırılmış olabilir. Buna rağmen, karımın bileğini tutmaya devam ediyor.
Karım ikinci bir tekme için bacağını geriye çekerken bir anda duruveriyor.
- - Dur
bir dakika. Hani ölmüştü?
- - Kim?
- - Mahatma
Gandhi! Salak mısın? Kim olacak? Ender.
- - Ben
öyle bir şey demedim.
- - Nasıl
demedin?
- - Öldü
mü, diye baktığımı söyledim.
Karım
aramızdaki mesafeyi hızla kat eden bakışlarla beni inceliyor. Aklımdan ölü
taklidi yapmak geçiyor Unutmayın, taklitler gerçeğini yaşatır. Ölümümü yaşatmak
için taklidini yapmamın bir faydası olmuyor. Karımın yüzünde eş zamanlı olarak
hem evliliğimizin ilk ayında benim multi-milyarder olmadığımı öğrendiği andaki
hayal kırıklığı hem de hamile kaldığını öğrendiğindeki kaygı beliriyor. Kasları
gevşiyor.
Fırsattan
faydalanan Oktay hızla yerden kalkıp silahı kapıyor ve karıma doğrultuyor.
- - Şimdi
beni dinle! Hemen bir ambulans ve polis çağırıyoruz!
Karım
yerden kalkmadan dirsekleri üzerinde doğruluyor. Bunu oldukça yavaş
hareketlerle yaptığına göre düşünmek için zaman kazanmaya çalışıyor.
- - Polise
ne anlatmayı düşünüyorsun?
- - Gerçeği.
- - Gerçek
ne, Oktay?
- - Kocanı
aldattığın ve yakalanınca da onu vurduğun.
- - Kocamı
şu anda elinde tuttuğun silahla mı vurdum?
Oktay
sen bir salaksın! Karımın her yerinde, tam anlamıyla içi dışı komple her
yerinde izlerin var. Şimdi bunlarla silahın tetiğindeki izler de eklendi.
Sonuçta karım nasılsa seni suçlu çıkaracaktı ama şimdi bir şey yapmasına gerek
kalmadı.
- - Silah
benim değil ki.
Oktay
bunları söylerken karım ayağa kalkıyor. Sakin adımlarla görüntüden çıkıyor.
Sanırım yemek masasına doğru gitti. Sesi yakından gelmiyor.
- - Aramamı
istiyor musun?
Sesindeki
alaycılık bana Cabaret filmindeki sunucunun kendinden emin, muzip, sivri ve
aşağılayıcı tavrını hatırlattı. Hakimiyetinin tadını çıkarıyor ve biliyor ki
karşısındaki yeni yetme kendini koruyacak yeteneğe sahip değil.
Oktay
hala merdivenlerin başında, yerde. Karıma bakıyor. Kesinlikle ne yapacağını
bilmiyor. Bakışlarında tüm ülkeye yetecek kadar panik barındırıyor.
- - İğrenç
birisin, biliyor musun?
- - Arıyorum
o zaman.
- - Dur
bir saniye…
Oktay
ayağa kalkıyor. Manzaram tekrar insanların diz altı. Oktay sağa sola kısa
voltalar atıyor. Kendine kendine mırıldanıyor. En azından ben ne söylediğini
duymuyorum. Sonra duruyor.
- - Bu
silah sevgiline ait. Sen sevgilinle seviştin yani onun DNA’sı var. Ben
Beyhan’la geldim. Siz yukardayken biz aşağıda takılıyorduk.
Bu
takılmak kelimesinin kaç tane anlamı var yahu?
- - Sevgilin
aşağı inip bize silah çekti. Sonra sen geldin ve elinden silahı aldın. Siz
tartışırken Beyhan kaçtı. Yani o ana kadar benim şahidim var. Kısacası benim
durumum fena değil. Tamam… Ara…
Hasssssiktiiir!
Oktay’ın günahını almışım. Gerçekten eşcinselmiş. Demek karım beni başkasıyla
aldatıyor. Kim acaba?... Tanıdık olmadıkça çok da umurumda değil. Oktay’ın
olmaması içimi rahatlattı bir nebze. Hale bak, nelerden avuntu çıkarıyorum.
- - Tebrik
ediyorum. Güzel hikaye. Bunu yazsan tutar… Yalnız bazı sorunlar var bu
hikayede. Öncelikle silah Ender’in üzerine kayıtlı. Mecnun prezervatif
kullanıyor. Hazır Mecnun’dan bahsetmişken, kendisi şu sırala Beyhan’ı bulmuş ve
kendi metotlarıyla ikna ediyordur. Koruma firması sahibi olmanın bazı
avantajları var. Mesela, her geçen gün yeni bir ikna metodu keşfediyorlar… Esas
soru ise, senin bizim evimizde ne işin olduğu.
- - Geçen
ay siz tatildeyken, köpeğe bakmam için anahtarı vermiştiniz ya.
- - Sana
anahtarı kim verdi?
- - Ender
abi.
- - Bunu
başka kim biliyor?
- - Beyhan.
- - Süper
o zaman. Arıyorum?
Sessizlik…
- - Ara
istersen.
Oktay’ın
ses tonu değişti. Daha kendinden emin bir tavrı var.
- - Emin
misin?
- - Eminim.
Son kararım.
- - Ne
diye sırıtıyorsun?
- - Aklıma
bir şey geldi de…
- - Ne?
- - Bunca
zaman boşuna konuştuk. Polis nasılsa kayıtlara bakınca her şeyi anlayacak.
- - Ne
kaydı?
- - Anlaşılan
haberin yok. Ender abi siz tatildeyken rica etmişti. Evin dört bir yerine
kamera yerleştirildi. Nokta kameralar… Boşuna arama. Ben de bilmiyorum
yerlerini ama bildiğim bir şey var; kayıtlar burada değil, şirkette tutuluyor.
- - Blöf
yapıyorsun…
Blöf
yapıyor.
- - Ara
polisi o zaman.
- - Madem
kamera var, sen niye erkek arkadaşınla buraya geldin?
- - Ben
unutmuştum. Zaten hatırlıyor olsaydım bunca zaman konuşmazdık. Sonuçta Ender
abi benim eşcinsel olduğumu biliyor. Onun için bir sorun yok. Rica ederim,
siler. Yani rica etsem, silerdi.
Sahi
ben niye ölmedim daha? Kanama da durdu. Karım baş ucuma kadar geldi. Koşu
ayakkabılarıyla burnum arasında birkaç santim var. Diz çöküyor. Bana bakıyor.
Yüzünde bir ifade yok. Daha doğrusu mağazada askılardan giysi seçerken
takındığı ciddi, kararsız ve bir o kadar da umursamaz bir ifade var. Hafif öne
eğilip “Ölmeni istemezdim” diyor; “Oradan iki salatalık ver” der gibi. Hissiz,
donuk, tasasız.
Değerli
karıcığım ben zaten ölmedim ki. Eğer şu muhabbettinizi bitirip, bir zahmet, bir
ambulans çağırırsanız ölmeyebilirim de.
Karım
önce bana bir göz kırpıyor ve sonra doğruluyor.
- - Ne
kadar istiyorsun?
- - Sekiz
milyon dolar.
Oktay’ın
sektirmeden cevap vermesi beni yıllar öncesi yaşanmış bir olaya götürdü,
diyeceğim ama bir yere götürdüğü yok. Belli ki bu anı önceden düşünmüş,
düşünmekle kalmamış hesabını da yapmış. Bana da ondan tiksinmek kalıyor. Yalnız
beş değil on değil, Sekiz ne alaka?
- - Ohaaa!!!
Ben nereden bulayım o parayı?
- - Şu
anda yok ama dul bir kadın olarak eline on milyon geçecek. İki milyon sana
yeter…
Sen
nerden biliyorsun bunları, Oktay?
- - Sen
nerden biliyorsun bunları?
- - İki
üç ay önce babam söyledi. Ortaklığa ilk başladıklarında kendilerine onar milyon
dolar şahsi birikim hedefi koymuşlar ve nihayet bu paraya ulaşmışlar. Özel
hesaplarında duruyormuş para. Sonuçta sende iki milyon nakit, şirket hisseleri
ve bilumum taşınmaz olacak. Bunların yanında sekiz milyoncuğun lafı mı olur?
Uzun
bir sessizlik. Karım kesin hesap yapıyor. Söz konusu para olunca ondan keskin
zekalısını bulmak zordur. Aslına bakılırsa, ona kalacak servet tahmini altmış
milyon dolar civarı ama insanda bu kadar hırs olunca doymak bilmiyor. Cep
telefonundaki tuşlardan gelen seslere bakılırsa hesap makinesinde olası
servetini hesaplıyordur. Bu kadar paragöz olduğunu bilmiyordum. Oktay’ın
okuluna şirketten burs verdiğimizde arıza çıkarmasını düşük yapmasına
yormuştum. İkimiz de üzgündük. Özellikle ben. Elli beş yaşında baba olmak
herkese nasip olmaz ne de olsa. Zuhal’in çocuğu istediğinden pek emin değildim.
Daha çok “Nerden çıktı bu şimdi?” gibi bir tavrı vardı. Şimdi düşünüyorum da
çocuğun benden olmaması daha büyük bir ihtimal. Neyse… Altı yıl geçti aradan.
İlerleyen
dönemde karımın para konusundaki “titizliği” daha da arttı. Hatta ne zaman
birilerine bir şey ısmarlasam suratı asılmaya başladı. Son altı yılda işlerimiz
açılmış ve ufak çaplı bir servete ulaşmıştık. Buna rağmen kendine sürekli
birtakım mücevherat almamı istiyordu. Evlilik yıldönümü, tanışma yıldönümü,
sevgililer günü, yılbaşı, yıl sonu, Kabotaj bayramı, Erzincan’ın düşman
işgalinden kurtuluşunun yıldönümü gibi günler benim ona bir takı almadan
geçmemem gereken günlerdi. Aksi halde kavga çıkıyor ve barışmak için gene bir
takı almam gerekiyordu. Sorduğumda, kendini bu şekilde daha güvende ve daha çok
seviliyor hissettiğini söyledi. Yersen… Benim eve güvenlik kamerası koyma
teklifimi ise kesin bir dille reddetmişti. Özel hayatımızı bir başkasının
izleyebilme olasılığı huzurunu bozuyormuş. Yeterince salak olmadığım için beni
aldattığını anlamıştım. Çok da umurumda değildi. Nasılsa boşayacaktım. Dedim
ya, yıllardır işlerden fırsat olmadı. Hazır yağıyorken, kovayı doldurmanın
peşinde koştum.
- - Tamam!
Karım
ikna olmuş bir tonda, bir anlaşmaya gönülsüz de olsa imza atmaya hazır olduğunu
belirtiyordu.
- - Yalnız
tek bir sorun kaldı?
- - Nedir?
- - Ender’i
ne yapacağız?
Hasssiktiiiir!!!
Anlaşılan benim için yolun sonu geldi. Nedense şu ana kadar bir şekilde bu
işten sıyırırım sanmıştım. Ölümümle ilgili bir sürü farklı senaryo yazmıştım
kafamda am hiçbiri böyle iğrenç bir şekilde sonlanmıyordu. En azından son
saatlerimi ortağımın oğlunun hesapçı bir yılan ve karımın duygusuz bir orospu
olduğunu öğrenerek geçireceğimi düşünmemiştim.
- - Ne
yapmayı düşünüyorsun?
- - Soruma
soruyla cevap verme. Sen de biliyorsun ki birazdan ölecek.
- - Belki
de ölmez.
Oktay
yanıma geliyor ve birkaç saniye sonra arkama geçiyor. Soluğunu ensemde
hissediyorum. Demek ki ensem felçli değil. Elde var dört. Gözler, kulaklar,
ense ve sağ el parmakları. Toplamı bir nal etse, geriye kaldı üç nal, bir at.
- - Kurşun
girmiş ama çıkmamış. Yani hala kafasında. Bu durumdan kurtulanları duymuştum.
Hatta ömrü boyunca kafasında bir kurşunla sağ salim yaşayanlar varmış.
- - O
zaman bize fazla bir olasılık kalmıyor.
- - Ne
demek istiyorsun?
- - Vurman
lazım.
- - Ben
kimseyi öldüremem. Ayrıca vurursam katil ben olurum.
- - Beni
iyi dinle şimdi. Şöyle yapacağız. Sen Ender’i vuracaksın. Bu sefer kurşunun
çıktığından emin ol ama. Sonra biz ortalığı toparlayıp dışarı çıkacağız.
Öncelikle şirkete gidip kayıtları sileceğiz. Sonra ben eve geleceğim ve Ender’i
vurulmuş bulacağım. Silah Ender’in elinde olacak. Yani intihar etmiş olacak.
- - Kurşunun
yakından değil uzaktan sıkıldığını balistikçilerin beş dakikada bulabileceğini
şimdilik bir kenara bırakarak sorayım; Ender abi niye intihar etsin ki?
- - Benim
onu aldattığımı öğrenince…
Oktay’ın
kahkahasıyla cümlesini bitiremiyor. Ben Oktay’a sessizce eşlik ediyorum.
- - Sen
kendini bayağı abartmışsın. Adam niye intihar etsin ki? Seni boşar ve beş
parasız, zil gibi kapının önüne koyar.
- - Terbiyesizleşme!
Karşında ana yaşında bir kadın var.
- - Aramızda
sadece on beş yaş var.
- - On
beş yaşında bir kadın pekala da çocuk doğurabilir.
Benim
ölüm fermanımı yazarken kadın doğurganlığı konusunu tartışmaları… Belki de bir
an önce ölmem daha iyi olacak.
- - Neyse
ne! Ben vurmam.
- - İyi
o zaman ben vururum. Ver şu silahı.
Oktay
arkamdan önüme geçiyor. Şu anda ikisi de yan yana duruyor. Oktay’ın nefes alışı
hızlandı. Yattığım yerden ben bile duyuyorum.
- - Zuhal
abla. Bence yapmayalım. Günah.
- - Sekiz
milyon isterken günah değil miydi?... Geriye çekil, üstüne kan sıçramasın. Bir
de onunla uğraşmayalım.
Oktay
üç adım geriye gidiyor. Gözlerimi kapatıyorum. Silah patlıyor… Iskaladı ya da
felç indiği için hissetmiyorum. Bu arada bir şey devrildi.
Sessizlik.
Karımın
uzaklaşan ayak sesleri…
Ürkerek
kısık bir şekilde gözlerimi aralıyorum. Karşımda Oktay’ın gözleri. Bana bakıyor
ama göz bebekleri hiç oynamıyor. Bakışımı hafifçe kaydırınca göğsünden vurulmuş
olduğunu görüyorum. Ölmüş. Gözü açık gitmiş.
Karımın
ayakları görüntüye giriyor. İyice yaklaşıp yere oturuyor. Sonra da yatıyor.
Şimdi göz gözeyiz.
- - Birazdan
ambulans çağıracağım ama önce seninle anlaşalım. Beni anlıyorsan gözünü kırp.
Gözümü
kırpıyorum.
- - Oktay
senin şirket hesaplarıyla oynadığını ve babasından para çaldığını öğrendi.
Bunu
sen nereden biliyorsun? Gözlerimle inkar etmeye çalışıyorum ama sanırım pek
başarılı olamıyorum.
- - Sen
salak ve dağınık olduğun için yazı masanın üstünde her türlü evrağı
bırakıyorsun. Bunu ben de biliyorum. Vicdanını rahatlatmak için Oktay’ın her
türlü masrafının yarısını üstlenmen seni iyi insan yapmıyor. Zaten ara farkı
sana aldırttığım mücevherlerle ben kapattım.
Bunları
söylerken müşfik ve anlayışlı bir anne taklidi yapıyor.
- - Konuya
dönelim… Oktay bizde kaldığında bu evrakları buluyor ve sana şantaj yapıyor. Bu
sabah sen onu eve çağırıp konuşmak istedin. Aranızda tartışma çıktı ve sen ona
silah çektin ama Oktay silahı senin elinden kapıp seni vurdu. Buraya kadarını
anladın mı?
Gözümü
kırpıyorum.
- - Bense
bunlar olurken yukarda uyuyordum ve silah sesine uyanıp aşağıya indim. Oktay
silahını bana doğrulttu. Bense onu ikna edip silahı yere bırakmasını
sağlıyorum. Nasıl olduğunu polis gelinceye kadar kafamda kurarım. Herneyse… Ona
su vermek için mutfağa gidiyorum. Oktay da peşimden geliyor. Ben ambulans
çağırmak için telefonu elime alınca tekrar deliriyor ve birazdan eline
tutuşturacağım bıçakla bana saldırıyor ve hatta birazdan çizeceğim gibi kolumu
çiziyor. Ben kaçarak buraya geliyorum ve yerde duran silahı alıyorum ama Oktay
üstüme gelmeye devam ediyor. Başka çarem kalmadığı için panikle tetiğe
basıyorum. Anlaşıldı mı?
Gözümü
kırpıyorum.
- - Aferin
sana!
Ayağa
kalkarken birden durup tekrar yatıyor.
- - Evde
kamera olmadığını biliyorum. Mecnun geçen hafta dört bir yanı taramıştı zaten.
* * * * *
Yeni
bakıcının sesi uykumu getiriyor. Kitapta yazan ne olursa olsun aynı tek düze
ses.
Karım
sevgilisiyle Yunan adalarını geziyor. Uslu bir çocuk olarak evde oturuyorum.
Polise karımı gammazlamadım. Sonuçta hayatımı karıma borçluyum. Onu hapse
sokmanın bana bir faydası yok.
Bilgisayarımdan
ding diye bir ses geliyor. Bakıcım bilgisayarı önümdeki masaya koyuyor. Benim
ortağımdan bir mesaj gelmiş. Fareyi sağ elime yerleştiriyor. Mesajı açıyorum.
-
Başın sağolsun Ender
kardeşim
-
Dostlar sağolsun.
Teknenin durumu ne?
-
Tamamen pert
-
Mürettebat?
-
Kayıp yok, Allah’a şükür.
-
Buna da şükür.
14 Temmuz 2022
Dickenson Bay, Antigua
Yorumlar
Yorum Gönder