AKINTIYA KARŞI
Sene bilmem kaç, 21. yüzyılda bir dönem… Napoli’de oturan çok yakın bir arkadaşımın davetine icabet etmek üzere davetten üç gün önce oğlum, karım ve ben Roma’ya gittik. Gündüzleri bol bol yürüyor ve her fırsatta bir şeyler yiyor, içiyorduk. Bir akşamüzeri, şansın da yardımıyla Roma’nın meşhur trafik keşmekeşinde bir taksi bulduk. Eşim ve oğlum arka koltuğa geçtiler, ben ise şoförün yanına (manita koltuğuna) oturdum. Aracın radyosunda bangır bangır bir maç anlatılıyordu. Arkada seyirci sesleri, sunucunun vurguları ve birkaç tanıdık isim… Şoföre İngilizce maçın skorunu ve hangi takımların oynadığını sordum. Yüzüme baktı ve çat bir İngilizceyle (çat pat olması için daha yolu vardı İngilizcesinin) “Roma, futbol, maç, Milano” dedi. Ben de “Inter? AC?” diyerek onun İngilizcesine eşlik ettim. Yanıtı netti: “Berlusconi!”. Maçın Roma ve AC Milan arasında olduğunu ve stadın önünden geçerken ortalığın sakinliğinden Roma’nın deplasmanda olduğunu anlamıştım. Ve fakat, şansını fazla zorlayan bir manyak olarak ilk tepkim “Berlusconi!” diyerek baş parmağımı aşağıya çevirmek oldu. Sonra da “I hate him!” (Ondan nefret ediyorum) dedim. Şansım bu sefer yaver gitmişti çünkü şoför de başıyla beni onaylıyordu. Kısa bir sessizlikten sonra bana “You, what team?” (Sen, hangi takım?) dedi. Ben de “İtalya, Livorno” dedim. Tehlikeli sularda yüzüyordum. Dünya genelinde sağ liberal kesimin hızla egemen olduğu ve sadece başarının kabul edildiği futbol dünyasında sosyalist bir alt küme takımının ismini zikretmiştim. Ağzımdan Livorno adı çıktığı anda şoför zınk diye frene bastı. Bana dönüp “You, sosyalist?” diye sordu. O an içimden dedim ki, sıçtık. Sonra da sıvamaya karar verip “No sosyalist! Si anarşist!” dedim. Artık ne olacaksa olsundu. Şoför bir an duraladı ve ani bir hareketle bana sarılıp yanaklarımdan öptü. Arabada bir bayram havası! Yol boyunca da coşkuyla yarı İtalyanca yarı İngilizce kendisinin sosyalist olduğunu, İtalyan Halk Cephesi Fronte Popolare’ye üye olduğunu, yakında bir yürüyüş yapacaklarını, mümkünse ertesi gün bizi ağırlamak istediğini söyledi. Taksiden inişimiz şoförün para almayı reddetmesi, benim zorla torpido gözüne para koymam, şoförün araçtan inip bana tekrar sarılmasıyla bir şenliğe dönüştü.
Spor ve siyaset çok sık karışıyor. Futbolun siyasi bir
araç olarak cazibesi birçok sağcı politikacı için her zaman çok güçlüydü. Peki
ya akıntıya karşı yüzenler? Dünyanın solcu futbol kulüpleri?...
Sağ siyasetin, tarih boyunca futbolun popülaritesini nasıl
kullandığını görmek için Mussolini'nin 1930'ların Dünya Şampiyonu İtalyan
takımını nasıl kullandığına, Franco'nun uluslararası izolasyon döneminde Real
Madrid'i İspanya'nın PR makinesi olarak övmesine veya Arjantin cuntasının 1978
Dünya Kupası'ndaki gösterisine bakmak bile yeterli.
İngiltere'de ise futbol ekseriyetle apolitiktir. Kuzey ve
Güney arasında birbirini küçümseme ve alaya alma ya da ara sıra yerel derbilerin
(Portsmouth ile Southampton, Liverpool ile Manchester United gibi) tarihsel
sosyo-ekonomik olaylarla renklendirilmesi dışında ideolojik anlamda ciddi
çatışmalar pek görülmez. Dulwich Hamlet veya Clapton gibi yerel ligde yer alan
kulüplerin, kulübün üstünde ağırlığı olan anti-faşist taraftar gruplarını
görebiliriz tek tük. (Liverpool taraftarının sola yatkınlığının ideolojiden çok
sosyo-ekonomik nedenlerden ve şehrin İrlandalı göçmenlerinden kaynaklandığı
görüşüne katılıyorum.)
Öte yandan İspanya’da futbol, bölgesel kimliğin ifade
edilmesinin en önemli yolu. Bugün bile İspanya İç Savaşı'nın futbol sahalarında
tekrar tekrar yapıldığını görebilirsiniz. Sağcı Ultra'ların ülkedeki her köşeye
hâkim olduğu İtalya'da da mücadele devam etmekte. Kızıl rengi formasına
yerleştirmiş AC Milan taraftarlarının Berlusconi’yle sınandığı bir ülke İtalya.
Siyasetin önemli olduğu her yerde, bu “kavga” tribünlerde
somutlaşır. Bu kavganın daha bir görünür olduğu ve sağa doğru akan futbol
nehrinde akıntıya karşı yüzmeye çalışan bazı kulüplerden kısa kısa bahsetmek
isterim.
(Aşağıdaki kulüpleri seçmemde özel bir neden yok. Gönül
isterdi ki, Atletico değil Athletic Bilbao, ender gelişen ataklarıyla Osasuna, emboli
Empoli, Fatih Terim’le tanıdığımız mor menekşe Fiorentina, Fatih Terim’den önce
de tanıdığımız kızıl AC Milan, her zaman kızıl ve şişman ve de entelektüel Bologna,
sırasıyla üç adet kızıl yıldız Paris Red Star, Roter Stern Leipzig, ve adı üstünde
Kızılyıldız, kömür kokulu Schalke 04, sendikacı FC Union Berlin, sarı duvarlı Borussia
Dortmund, ırkçılık karşıtı Werder Bremen, Apoel’in antidotu Omonia Nicosia, kadrosunda
Tanıl Bora’yı barındıran Gençlerbirliği, taraftarlarının yaratıcı küfürleriyle Adana
Demirspor, gitmesek de görmesek de Artvin Hopaspor, Steau değil, Dinamo değil, Rapid
Bükreş, Celtic’in kankası ve Motherwell’in can düşmanı Hibernian ve daha
nicelerini de yazayım ama maksat yeşillik – pardon kızıllık olsun.)
Celtic (İskoçya): Celtic'in
sol eğilimli taraftar kitlesi Yeşil Tugay (Green Brigade), kaynağını kulübün tarihsel
kimliğinden alıyor. Malumunuz, Celtic, İskoçya'nın
sürgündeki İrlanda topluluğunun kulübü. Bu nedenle diğer marjinalleştirilmiş
halklara sempati gösterirler. Celtic Park'ta, sık sık Bask ve Filistin
bayrakları görülür ve ünlü Yeşil Tugay kendisini "anti-faşist, ırkçılık
karşıtı ve anti-mezhepçi Celtic destekçilerinin geniş bir cephesi" olarak
tanımlıyor. 2013’teki Motherwell karşılaşmasında stada verdikleri zarardan dolayı
kulüp tarafından dağıtılmaya çalışan bu grup halen en aktif taraftar grubudur.
FC Sankt Pauli (Almanya): Hamburg'un ikinci kulübü, ırkçılığa, homofobiye ve
cinsiyetçiliğe karşı kamusal duruşuyla futbolun olumsuz unsurlarına karşı bir
panzehir olarak ün kazanmıştır. Başlarda taraftar aktivizmi çoğunlukla
Hamburg'un “Kırmızı Fener” bölgesindeki St Pauli halkını savunmaya dayanıyordu.
Ancak takım nereye giderse gitsin desteğe sahip ve diğer sol kanat kulüpleri
için ilham kaynağı oldu.
AS Livorno (İtalya):
İtalya'nın sağcı futbol taraftar kitleleri iyi belgelenmiştir ve çoğu zaman
pişmanlık duymamaktadır. Sadece AS Lazio'ya bir göz atmak yeter. Ama liman
tarafında AS Livorno'da bir alternatif var. Kökleri rıhtımdaki işçi sınıfına
dayanan AS Livorno taraftarlarının politikaları, kentin sosyalist değerlerini
yansıtıyor. Komünist amblemleri ve olmazsa olmaz Ernesto 'Che' Guevara
görüntüsünü, AS Livorno'ya ait her yerde bulabilirsiniz.
Rayo Vallecano (İspanya): İspanya'da siyaset ve futbol simbiyotiktir. Şehrin başkenti
Madrid, İspanya İç Savaşı'nda General Franco'nun yükselen faşist gelgitine
karşı 1936-39 yılları arasında en uzun süre dayandı, sonra işler değişti. Franco'nun
favori takımı Real Madrid, 'kraliyet' adından da anlaşılacağı gibi, müesses
nizamın takımı oldu. Atlético de Madrid - kısaca 1940'larda hava kuvvetleri
takımı Atlético Aviación - aynı zamanda sağ eğilimli taraftarlardan da payına
düşeni aldı. Bu arada, Madrid'in güneyindeki işçi sınıfı banliyösü Vallecas'ta,
kentin üçüncü takımı gururla sol bayrağını dalgalandırıyor.
Club Esportiu Júpiter (İspanya): 1909'da işçi sınıfı Barcelona’nın bir kenar semti olan
El Poblenou'daki bir bira fabrikasında kurulan kulübün taraftarları,
sendikacılıkla, hatta anarşizmle olan yakın ilişkileriyle ün kazandılar. İspanya
İç Savaşı sırasında, görünüşe göre kulübün sahasında General Franco'ya karşı
kullanılmaya hazır bir silah yığını bile vardı. Kulüp savaştan sonra adını CD
Hércules olarak değiştirmek zorunda kaldı, ancak kısa süre sonra Júpiter'e geri
döndü. 2019 yılında kulüp, Primavera Repúblicana (Cumhuriyetçi Bahar)
kutlamalarının bir parçası olarak doğu Londra'daki Clapton CFC'ye ev sahipliği
yaptı.
Hapoel Tel Aviv (İsrail): Hapoel, 1920'lerde sendikal harekete bağlı bir spor
kulübünün parçası olarak hayata başladı. Taraftarlarının dünyanın dört bir
yanındaki anti-faşist taraftar gruplarla dostlukları var - örneğin Celtic ve St
Pauli ile. Tabii ki, zorunlu Ernesto Guevara başkanı kulüp afişlerinde
görünüyor.
Liverpool (İngiltere):
Bir şehir olarak Liverpool, özellikle 1990'larda Robbie Fowler'ın destek
tişörtü giydiği liman işçileri grevi sırasında aktivizmiyle her zaman ünlüdür. Bill
Shankly, siyaseti ile futbol markası arasındaki ilişkiyi nasıl gördüğü
konusunda oldukça açıktı: "İnandığım sosyalizm, herkesin birbiri için
çalışması, herkesin ödüllerden pay almasıdır. Futbolu görme şeklim, hayatı
görme şeklim bu."
Merseyside komşuları Everton da güçlü bir sol kanat
taraftar kitlesine sahip.
Boca Juniors (Arjantin): Burada ortaya çıkan ortak bir tema var: St Pauli, AS
Livorno ve Liverpool gibi, Boca Juniors da bir liman kentinden geliyor. La Boca
('Ağız'), Buenos Aires'in rıhtımlarıdır ve 19. ve 20. yüzyılın başlarında
buraya akın eden İtalyan ve İspanyol göçmenlere ev sahipliği yapmaktadır. Bu
arada, şehrin diğer yanındaki, "milyoner" River Plate
"aristokratik" kulüp olarak tanındı. Dürüst olmak gerekirse, her iki
kulübün de muhtemelen tüm sosyal katmanlardan taraftarları var, ancak eski
yerleşik kimlikler devam ediyor.
Standart Liège (Belçika): Standard, 1921'den beri Belçika futbolunun en
tepelerinde diğer kulüplerden daha uzun süredir yer almaktadır. Bu sanayi
kasabası, ister II. Dünya Savaşı sırasında Alman işgalcilerle iş birliği
yapmakla suçlayan Kral III. Leopold'a karşı durması, ister 1960-61 Genel Grevi
olsun, sosyalizmiyle tanınıyor.
Olympique de Marseille
(Fransa):
Stade Vélodrome, Celtic, AEK Atina ve AS Livorno ile yakın ilişkileri ile
Marsilya'nın çok kültürlü yapısını yansıtıyor. Virage Nord-Patrice de Peretti
curva'da solun sembollerine dikkat etmek gerekli.
Esport Clube Bahia (Brezilya): 2013
yılında taraftarın devralmasından bu yana Bahia, dünya futbolundaki en ilerici
kulüplerden biri olarak ün kazandı. Bahia, kulübü daha kapsayıcı, stadyumu
kadın taraftarlar için daha güvenli hale getirmek için uyumlu çabalar sarf etti
ve ırkçılıkla mücadele, LGBTQ ve çevre sorunlarıyla mücadele gibi konuları
savundu.
AEK Atina (Yunanistan): Yunanistan'da siyaset hiçbir zaman yüzeyden uzak değildir. Cunta
karşıtı AEK Atina'nın ultraları, AS Livorno ve Olympique de Marseille
destekçileriyle bir 'kardeşlik üçgeni' oluşturdu.
Yorumlar
Yorum Gönder