DÖN BABA DÖNELİM!***

 Bu metin bir çeviridir. Bazı sözcüklerin karşılığı olmadığı için yakın anlamlar kullanılmıştır. Bazı sözcükler ise dip notlarla açıklanmaya çalışılmıştır.



Salaksınız! Ne diyeyim başka? Salaksınız, aptalsınız, geri zekalısınız, hödüksünüz, vesaire… Kendinizle o kadar kavgalısınız, kendinizle o kadar uğraşıyorsunuz, kendinize o kadar yakından bakıyorsunuz ki, kendinizin bulanık bir suretinden başka bir şey göremiyorsunuz. Sizin on bin yılda geldiğiniz teknolojik düzeye biz yaklaşık bir milyar yılda geldik ve bir o kadar da bunu sindirmekle geçti. Hem bunu yapabiliyorsunuz hem de aynaya bakmak aklınıza gelmiyor. Üstelik bizim kargemuya benzeyen satranç diye bir oyun icat etmişsiniz. Öngörüye dayalı, birkaç adım sonrasını hesap etmeyi gerektiren birtakım başka oyunlarınız da ama şimdi burada isimlerini söylemeyeyim; onlar kendilerini bilir.

Yarın bu istasyonda, sizin takviminizle tam beş milyon yılımı dolduracağım. Sanırım yüz – yüz elli bin yıla kadar da geri dönerim. Aranızda “Lan bu herif uzaylıymış” diyen olabilir; senin baban uzaylı! Uzaylı ne demek oğlum? Var olan her şeyi içine almış olan sonsuz boşluklu mu demek istiyorsun? Boşluk senin tranketinde[1] var! Sen nerelisin? Sen de uzaylı değil misin? Sizdeki bu karşındakini yabancılaştırma, ötekileştirme huyu çok can sıkıcı! Cidden…

Ben bir şey söylüyorsam ciddiye alın. Sonuçta bunca zamandır gözlem yapıyorum. İlk başlarda hiçbiriniz yoktunuz. Şimdilerde varlığınıza kanıt bulma telaşıyla abuk sabuk, yok biz hominiddik, yok zamanla evrildik, yok Homo Sapiens, Erectus, Neandertal falan lafları ediyorsunuz. Yahu, Homo Sapiens dediğinin geçmişi ne kadar? Üç, bilemedin beş yüz bin yıl… Hominid desen bir - iki milyon… Yani size göre insan olmak için milyonlarca yıl evrim geçirdiniz ve bir anda, bir anda derken birkaç yüz bin yılda, Mars’a musallat olacak seviyeye geldiniz öyle mi? Kendinizle kafa mı buluyorsunuz, yoksa varlığımızdan haberdarsınız da bizi mi kandırmaya çalışıyorsunuz?  Zaten en gelişmiş özelliğiniz kendinizi kandırmak. Yetmiyor, başkalarını da yalanlarınıza ortak ediyorsunuz. Yine yetmiyor, buna inanan ve inanmayanlar arasında nifak çıkarıp birbirinize giriyorsunuz. Şunun şurasında seksen – yüz yıl civarı yaşıyorsunuz, o da şanslıysanız.  Sizin tüm yaşamınız, bizler için bir saniye bile değil. Tabii burada saniye lafını siz anlayın diye söylüyorum. Gerçi boşa konuşuyorum; işinize gelmeyen şeyleri anlamamak, reddetmek, inkâr etmek, kafanızı öteye çevirmekte de çok başarılısınız. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim; sizin zaman algınızda da sorun var.  

Biraz kendimden bahsedeyim… Adım Foğ. Fouo gibi söyleniyor. Yanlışlıkla yapılmış doğru, anlamına geliyor. Bir dönem popüler bir isimdi. Şimdilerde pek kullanılmıyor. Geldiğim gezegenin ismini isterseniz paylaşmayayım çünkü çok uzun; okumaya yaşamınız yetmeyebilir. Şaka yapmıyorum. Sizin her bilinmeze koyduğunuz isimle X diyelim. Yine sizin kodlarınızla konuşmak gerekirse, yedi milyon yaşındayım. Mesleğim genel anlamda araştırmacılık ama özellikle örnek toplayıcısıyım. Merak etmeyin, insan kaçırdığımız falan yok. Biz akan görüntü topluyoruz. Örneğin, ben bunu yazmaya başladığımdan beri dört yüz katrilyon görüntü topladık. Bunları her gün inceleyip rapor yazıyoruz. Ben hep çoğul konuşuyorum çünkü biz bir ekibiz. Altı farklı topluluktan oluşan yaklaşık beş yüz personel. Ben yalnız çalışıyorum. Yeryüzü Gözlem Dairesi’nde, toplayıcı sensörlerden sorumlu olanlar var, gezginler var, işleyiciler, çevirmenler, bakım ekibi, denekler ve bilumum uzman kadrosu var. Ayın size bakmayan tarafında bulunuyoruz. Hemen ukalalık yapmayın. Ben de Pink Floyd’un Dark Side of the Moon[2] albümünü dinledim. Bizimle ilgili bir şey söylemiyor. Gerçi bizimle ilgili bir şey söyleyenlerin çoğu da yalan yanlış şeyler uyduruyor. Aranızda bazı zeki tipler var, kabul ediyorum. Onların söylediklerini de siz dinlemiyorsunuz. Bu durum çok sıkıcı. Ben açıkçası çok sıkıldım, dönüp dönüp aynı şeyleri yapmanızdan. Sizin yüzünüzden buradaki görevim bir kabusa döndü. Çooook sıkıldım. Tam ilkel yaşam formundan bir parça ileri gidecek seviyeye geliyorsunuz, mutlaka bunu bozacak bir şey yapıyorsunuz. Ya türler yok oluyor ya da onların yarattıkları - bugünlerde siz onlara robot diyorsunuz – onları tecrit ediyor ve zekânız geriliyor. Kendinizi tek ve özel sanmanız da bu zekâ geriliğinden kaynaklanıyor.

Bizim derdimiz aslında siz değilsiniz. Çok zaman önce benim anavatanımın yakınında bizim sistemimizde daha önce görülmeyen bir maden bulunmuş. Uzun süre ne olduğu araştırılmış ve sonunda aranan yanıt Konseyden gelmiş. Bu maddenin karbon olduğu ve bunun Samanyolu’nda bulunan bir madde olduğu söylenmiş. O zamanki gezginler ise tamamen karbondan oluşan bir gezegen olduğundan, üstelik üzerinde değişik yaşam formlarının da bulunduğundan bahsetmişler. Bizimkiler de burayı incelemeye almış. Ben buradaki üçüncü kuşak ekiptenim. İlk başta derdimiz, bu maddenin özelliklerini ve kullanım alanlarını keşfetmek ve gezegene etkilerini gözlemlemek iken zamanla işin rengi değişti ve bize farklı talimatlar vermeye başladılar. Artık sizlerin ne zaman bizimle ticaret yapacak seviyeye gelebileceğinizi, o da olmadı, sizlerin ne zaman gezegenin sonunu getireceğinizi tahmin etmemiz bekleniyor. İşin komik tarafı, her ikisine de yaklaşıyorsunuz.

Bu tutarsızlık da sizin bir özelliğiniz. Örnek vereyim. Siz kahraman sözcüğünü olumlu anlamda kullanıyorsunuz ve çoğunuz kahraman olmak istiyorsunuz. Aynı zamanda “Sonunu düşünen kahraman olmaz” diye bir lafınız var. Oysa, olgunluk göstergelerinin en başında neden sonuç ilişkisi kurup, alınan aksiyonların sonucunu hesap edebilmek geliyor. Kahramanlarda bu eksik ve ne yazık ki gezegeninizde bir sürü kahraman var.

Sizden öncekiler de sizin gibiydiler. Yok, sözümü geri alıyorum. Sizin kadar hırslı, sizin kadar  tahripkâr bir grup yaşamadı bu gezegende. Bir kere yaşam farklıydı. Örneğin, o dönemde kıllık sebep, savaş sonuçtu. Bu, yüzyıllar içinde biçim değiştirip hırs ve manyaklığın sebep savaşın sonuç olduğu bir şekle büründü. Türkiye hariç… Türkiye’de bu satırların yazıldığı an itibariyle faiz sebep, enflasyon sonuç. İnsanoğlunun zekasının geldiği bu noktada, ruhunun bu kadar güdük kalması anlaşılır şey değil. Belki de anlaşılır bir şey de ben anlamıyorum. Oysa bu gezegenin önceki hükümranları daha bir tutarlıydı.

Ben göreve başladığımda gezegene hâkim tek bir tür bulunmuyordu. Sizler gibi her yeri zorbalıkla tahakkümü altına almaya kalkmadılar. Birbirleriyle rekabet altındaydılar evet, ama paylaşmayı da iyi kötü biliyorlardı. Temel de üç alanda üçer cins hakimdi. Karada, domuzlar, filler ve şempanzeler hakimdi. Sizin şempanzelerden türediğinize dair hikayeler uydurmanızın nedenini birazdan açıklayacağım. Denizlerde ise ahtapotlar, balinalar ve yunuslar ön plandaydı. Gökyüzünde de baykuş, karga ve papağanlar. Gerçi başlarda kartallar da vardı ama sosyalleşemediler ve zaman içinde yalnızlaşan ve aptallaşan bir tür haline dönüştüler.

Bu türler birbirleriyle fazla dalaşmazlardı. Aralarında gelişmiş bir iletişim ağı kurdular. Medeniyetlerini diğerlerini rahatsız etmeyecek şekilde geliştirdiler, büyüttüler. Tek bir farkla… Şempanzeler uzuvlarını diğerlerinden daha iyi kullanabiliyorlardı. Elleri vardı! Bu sayede aletler yaptılar. İlerlemedeki eşitsizlik de burada başladı. Sonunda doğa bilimlerinde ve özellikle anatomide şu anda sizlerin henüz gelemediği bir noktaya ulaştılar. Ben şimdi pat diye anlattım ya, bu gelişmeler öyle pat diye olmadı. Burada yaklaşık iki - üç milyon yıldan bahsediyorum.

Haklarını vermek lazım, şempanzeler ne kendi türlerine ne de diğerlerine pek bir baskı yapmadı. Nadir de olsa, bir bölgenin hakimiyeti için yaşanan bazı savaşlar yaşandı ama genelde Dherkes kendi bölgesindeydi. Fakaaat, ne zaman ki şempanzeler daha fazla iş gücüne ihtiyaç duydu, o zaman sorunlar başladı. Önce diğer karasal topluluklardan yani domuz ve fillerden yardım istediler ama herkesin keyfi yerindeydi. Bunun yanısıra, köpek, sincap, kedi, at ve rakunlar ise istedikleri beceri seviyesinde değildi. İçlerindeki ilerleme, gelişme hırsını durduramıyorlardı. Ben ilerleme diyorum, siz iktidar hırsı olarak anlayın. Önce, kendilerinden yola çıkarak basit işler için az enerjiyle çalışan prototip işçi tipini yarattılar. Sonra bunları geliştirmeye uğraştılar. Ne kadar geliştirseler de bu robotlar sadece verilen komutları çok iyi yapan aletler olmaktan öteye gidemedi. İstedikleri sezgisel davranıştı. Bunun üzerine, kendi sezgilerinden ve bilinç yapılarından yola çıkarak yeni bir tür yaratmaya adadılar kendilerini. Şu anda sizlerin deyiminizle yapay zekayı ortaya çıkardılar. Bununla yetinmeyip yapay zekayı kullanarak yeni ve becerikli şempanzeler yaratmak için yıllarca çaba harcadılar. İlk deneye Simülasyon 1 adını koydular. Bunu ikinci, üçüncü, onuncu, beş yüzüncü falan izledi. Rakamlar binlere ulaştığında ellerinde tamamen organik, kendi öğrenebilen, örüntüleri takip ederek kendi başına davranış geliştirebilen, dahası üreyebilen bir yapay varlık oluşturdular. Ortaya çıkan şey resmen bir şempanzenin daha az kıllı versiyonuydu.

Bu projenin meyvelerini uzun yıllar topladılar. Şempanzeler artık gezegenin hakimiydi. Farklı tipte yarattıkları robotlarına “insan” adını verdiler. Tek büyük hataları, insanın üremesinin hızını hesaplayamamaları ve kendilerinin kusurlarını da insana nakletmeleriydi. Sonunda insan dedikleri bu robotlar dünyaya yayılıp nüfus olarak şempanzelerden daha büyük bir rakama ulaşınca şempanzeler onları kontrol etmek için benzer başka robotlar yarattılar. Bunlara da sizin şimdi atalarımız dediğiniz isimler koydular. Neandertal, Erectus, Sapiens falan. Bu mücadele yüzyıllarca sürdü.

Bu dönemlerde şempanzeler bellek silici adını verdikleri bir kimyasal madde geliştirdiler. Bunun sayesinde insanın belleği ilk ortaya çıktığı ana geri dönüyordu. Kısacası en başa, yani henüz öğrenmeye yeni başladığı zihinsel noktaya geri dönüyordu. Ancak işin kötü yanı, bu madde tüm canlılarda etkindi ve öldürücü bir etkisi vardı. Yani buna muhatap olan varlık önce ilk başa dönüyor sonra birkaç ay sonra ölüyordu.

İnsan ırkı bu maddeye sahip olan şempanzelerin kendilerine soykırım yapacaklarını düşünerek eş zamanlı olarak bu depolara saldırdı ve şempanzeler, insanların eline geçmesin diye teker teker bu depoları patlattı. Başta kontrollü yapılan bu işlemler zamanla panik yüzünden kontrolden çıkıp kazalara yol açtı. Bundan yaklaşık yarım milyon yıl önce bellek silici depolarında büyük bir patlama yaşandı. Bunun sonucu gezegene yayılan bu madde tüm ırklara bulaştı.

Milyonlarca yıllık gelişim, evrim ve medeniyet yok oldu. Tüm türler ve ırklar sıfır noktasına döndü. Üstelik artık sayıları daha da azdı. İnsanlar dahi tüm robotlar tamamen ortadan kayboldu. Tek bir yer hariç: Afrika’da bir bölge, iklimin azizliğinden dolayı bellek siliciye çok maruz kalmadı. Daha doğrusu, çoğu zihinsel olarak gerilese de ölüm oranı azdı.

İşte, sizin atalarınız olan tür bu kazadan kurtulan türdür. Yani, bugünkü insanın atası, aslında “insan”ları kontrol altına almak için üretilen bu organik robotlardır. Robot olmaları onların yaşamadığı anlamına gelmez ve her yaşam bir haktır. En azından ben öyle düşünüyorum. İnsanın insana hükmetme hastalığını da en başlarda yerleşmiş görev bilinciyle açıklayabiliyorum. Kendilerine dönüp dolaşıp sonunda “insan” demelerinin nedenini bilinçdışında aramak lazım. Esas neden, şempanzelerin kendilerine verdikleri yan rolü reddedip olayın esas karakteri insana özenmeleri olabilir.

Şimdi oturup düşünelim… Neden insan zekâsı gittikçe artan bir hızda ilerliyor? Çünkü öyle tasarlandı. Neden diğer türlerin önüne geçti ve onlardan daha hızlı ilerledi? Çünkü öyle tasarlandı. İnsan neden bu kadar hırslı? Çünkü öyle tasarlandı... Bunu çoğaltabilirim ama son bir soru sorayım. İnsan neden kendinden yola çıkarak kendine hizmet ettireceği yapay yaşam formları peşinde koşuyor?...

İşte bütün bu kızgınlığım nedeni de bu. Dedim ya, çok yakında gideceğim ve giderayak yok edilmiş bir gezegen veya tekrar başa sarmış bir medeniyet görmek istemiyorum. İtiraf edeyim, zamanla size kunberim[3] ısındı. Salak olduğunuz kadar sempatiksiniz de. Bir de şu hastalık derecesinde hırsınızdan kurtulup, şu çok kısa, gerçekten çok kısa ömrünüzün tadını çıkarsanız. Hep aynı hataları yapmasanız ve tüm alemlerde, zararsız ve şirin bir tür olarak yer alsanız, iyi olmaz mı?

Çoğu insan birbirine yaşamın anlamını soruyor. Yaratılmış, yaratanına baş kaldırmış ve nedense bir türlü tatmin olamayan bir ırka verebileceğim tek yanıt var: Sen ne olmasını istiyorsan, o.


Haziran, 2022

Southampton




*** Orijinal isim “Kuyruk Sıçana Yol Gösterir” veya “Kuyruğunu Kapan Köpek” diye de çevrilebilir.

[1] Tranket, kullanışına bağlı olarak beyin, ana işlemci, bellek deposu, mide ve rektum anlamına gelir. Birçok şeyin biriktiği yer olarak gibi de düşünülebilir.

[2] Ayın Karanlık Yüzü.

[3] Kan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GODOŞU BEKLERKEN

ÖZLEMEK

Muallakta Kalan Tıp Terimleri Sözlüğü (Açıklamalı)